Wednesday, August 29, 2018


EDİRNE


Edirne.. Durup dururken gitmeyi hiç düşünmediğim, ama gittiğim için pek memnun olduğum bir şehir. Osmanlı’nın başkenti olmuş bir şehir.. Selimiye Cami var en azından diye düşünerek gittiğim Edirne’den yeterince gezemediğimi düşünerek geri geldim. İnsanın içini aydınlatan bir şehir, bazı bölgelerine gittiğinizde sanki Avrupa’da olduğunuzu düşünüyorsunuz. Sakinliği, huzuru ve yeşil doğası ile hissettiriyor size bunu Edirne. En sevdiğim özelliklerinden biri ise çılgınca bir insan kalabalığının olmaması. Özellikle Meriç nehri civarı ve Karaağaç bölgesi son derece sakindi gittiğim dönemde. Yaz tatili olmasının da etkisi vardır mutlaka, ancak bazı şehirler yazın bile hınca hınç insan dolu.

Biz Edirne’ye İzmir’den gittik. İzmir’den Çanakkale’ye gidip feribotla Kilitbahir’e geçtik. Kilitbahir’den sonra Çanakkale Zaferi’nin elde edildiği bölgeleri de ziyaret ederek Edirne’ye ilerledik. İzmir’den gidecekseniz bu yolu şiddetle tavsiye ederim. Dönerken bu yolu kullanmadık, Gelibolu’dan Lapseki’ye geçtik. Kilitbahir yolunu manzara açısından daha güzel buldum. Yeşil ve mavinin birleştiği, aynı zamanda topraktaki şehitlerimiz nedeniyle üzerinden geçtiğiniz her karışı insanı yüreğinden etkileyen bir alan. Huzur veriyor ama bir yandan da yüreğinizi buran bir tarafı var.

Edirne’de kaldığımız otel merkeze çok yakındı. Şehir zaten aşırı büyük değil, rahatlıkla gezilebiliyor. Bazı yerler için araç gerekiyor, ama sadece şehir içinde gezecekseniz tabanvay ile her yere gidebilirsiniz.

Selimiye Cami ile başlayalım. Mimar Sinan’ın ustalık eserim diyerek yaptığı eser. Şehrin hemen her yerinden görülebiliyor. Özellikle akşam karanlığında çok etkileyici. Mimari özelliklerini sayabilmeyi isterdim ama o kadar mimarlık bilmiyorum. 1500’lü yıllarda yapılıyor, içinde şu anda müze olarak kullanılan bir de medrese var. Selimiye Cami’nin en bilinen özelliklerinden biri ters lalesi. Konu ile ilgili değişik hikayeler var. Bir rivayete göre Selimiye Cami’nin yapılacağı yerde eskiden yerleşim varmış. Caminin yapılacağı yerdeki evin sahibesi evini vermemek için inat etmiş. En sonunda evi vermeye ikna olmuş ama tek şartla: Camide kendisini hatırlatan bir işaret olsun. Bunun üzerine bir tane lale caminin ortasındaki direk üzerine ters olarak işlenmiş, ters işleme fikri de kadının ters biri olmasından kaynaklanıyormuş. Konu ile ilgili bir diğer rivayete göre ise camideki çinilerde Allah’ın 99 ismini belirtmek üzere laleler işlenmiş. Ancak laleler 98’de kalmış, bir tanesi unutulmuş. Bunun üzerine Mimar Sinan’a gidip sormuşlar ne yapalım diye. Mimar Sinan bu işe pek sevinmiş, demiş ki “nerede bir noksanlığımız çıkacak diye bekliyordum. Bir tane laleyi ters bir şekilde direklerden birine işlet ki Allah’ın karşısındaki eksikliğimiz ortaya çıksın”.

 Selimiye Cami



Selimiye Cami'nin bahçesi

Arkeoloji ve etnoğrafya müzesi, oldukça iyi bir biçimde tasarlanmış. İçinde çok güzel eserler de var. Küçük bir müze dolayısıyla ziyaret etmesi çok uzun sürmüyor. Ama gitmişken gidip görmenizi tavsiye ederim. İsa’nın son akşam yemeğini gösteren çok hoş bir eser var.


 Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi

Son Akşam Yemeği


Eski Cami 15. yüzyılda yapılmış Edirne’deki en eski yapılardan biri. Selimiye Cami’nin hemen karşısında.
Eski Cami


Üç şerefeli cami ilk gördüğümde bana Gaudi’yi hatırlatan değişik bir cami. Mimari açıdan belki de hiç benzemiyor olabilirler ama bana hatırlattı işte. Gaudi’nin eserlerinde biraz masalsılık hissederim ben. Zamanın ötesinde yapılmışlar gibi gelir bana, hani kapıdan bir doğaüstü güzellik çıkacakmış gibi. Üç şerefli cami de bana aynı duyguları uyandırdı. Sanki masal kitaplarında anlatılan içinde mutlu insanların yaşadığı küçük sevimli bir yer. Dış görüntüsü çok güzel. O yüzden gidildiğinde mutlaka görülmeli. Caminin karşısında Sokollu Hamamı’nı görebilirsiniz.

 Üç Şerefeli Cami


Sokollu Hamamı

Edirne’nin sokakları da çok güzel. Eski evler, kimi restore edilmiş kimisi edilmeyi bekliyor. Kapalı çarşılar var, Bedesten, Alipaşa Çarşısı gibi.





II. Bayezid Külliyesi’ne gitmek için bir araca ihtiyacınız var. Aslında yürünmeyecek kadar uzak değil ama yürümeyi gerçekten seviyor olmalısınız. Külliye’nin restorasyonu oldukça başarılı. Özellikle girdiğinizde sağdaki odada sağlık ile ilgili eski bilgiler çok güzel düzenlenmiş. Bu odadan çıktıktan sonra ana bina olarak isimlendirebileceğim yapıya giriliyor. Burada da küçük küçük odalar var. Bu odalarda o dönemde belli hastalıklar için olan tedavilerin uygulamaları canlandırılmış. Burayı gezmeyi bitirdiğinizde bahçeden yandaki camiyi ziyaret edebiliyorsunuz.  

 II. Bayezid Külliyesi

 II. Bayezid Külliyesi

Bir de saray içi denilen bölge var. Doğruyu söylemek gerekirse ben pek bir şey göremedim. Bir iki kalıntı var, bir de güzel bir çay bahçesi. Çay bahçesi av köşkünün bulunduğu yerde. Av köşkü güzel ama çok küçük. Ama gitmişken burası da görülebilir. Buradan çıkışta Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı alanı da görebilirsiniz. Açıkçası bu bölge bana Edirne’nin en zayıf bölgesi gibi geldi.


 Av Köşkü

 Çay Bahçesi

 Kırkpınar


Pehlivanlar

Merkezden başladım yürümeye. Dedim şu Meriç nehri’ni bir göreyim. Ara sokaklardan geze geze yola koyuldum. Yolda bugünlerde otel olarak kullanılan kervansarayı geçtim. Eski binaların bazıları restore edilmiş. Hepsi restore edilse burasının tadına doyum olmaz. Sonra yavaş yavaş insan sayısının iyice azaldığı bir bölgeye geliyorum, solda bir benzinlik, onu geçince önümde güzelce bir nehir uzanıyor. Meriç sanıyorum ama Meriç bu kadar küçük olmaz diye düşünüp yola devam ediyorum. Buraları artık başka bir dünya. Sanki Türkiye’de değilsiniz de Avrupa’ya gelmişsiniz. Bunu hissetmemin en büyük nedeni insan sayısındaki azlık. Bulunduğumuz yerler o kadar kalabalık ki, bu az insan yoğunluğu bana çok iyi geliyor. Etraf yemyeşil, bir de üzerine Avrupa’da hemen her ülkede bulunan, şehrin içinden geçen nehri gördüğünüzde gerçekten kendinizi farklı bir yerde hissediyorsunuz. Az önce üzerinden geçtiğim nehir Tunca nehriymiş. Onu geçip yürümeye devam ettiğimde Meriç çıkıyor karşıma. Meriç çok daha geniş ve kenarında birkaç çay bahçesi var. Çay bahçesine girmeden hemen sağda güzel bir çeşme var, Hacı Adil Bey Çeşmesi. Yaklaşık bir-bir buçuk saatlik yürüyüşten sonra burada bir sade Türk kahvesini kesin olarak hakettiğimi düşünüyorum. Meriç köprüsünü izleyerek yudumlanan Türk kahvesinin tadı tüm yorgunluğumu alıyor. Oradan kalkıp yürümeye devam ediyorum ve karşımda kent ormanlarını buluyorum. Devasa bir orman değil elbette ama gerçekten içinde dolaşmaya değer. Gitmişten mutlaka ziyaret edilmesi gerekir.

 Tunca Nehri

 Meriç Nehri ve Köprüsü

 Hacı Adil Bey Çeşmesi

Kent Ormanı

En son olarak mutlaka gidilmesi gereken yer Karaağaç bölgesi. Burası da dinginlik isteyenler için ideal bir bölge. Tabi ben yaz döneminde gittim. Dolayısıyla etraftaki insan yoğunluğunun azlığı bundan kaynaklanmış da olabilir. Burada kampüs denilen bir kompleks var, kompleksin içinde üniversite, Lozan anıtı, tren garı, Lozan Müzesi ve 2 sergi binası bulunuyor. Öğretim üyelerinin ofisleri insanı kıskandıracak cinsten. Milli Mücadele ve Lozan Müzesi var ve Edirne’deki hemen tüm müzeler gibi bu da oldukça iyi düzenlenmiş. Standartları yüksek. Kompleksten çıkıp biraz dinlenmek istediğinizde hemen karşıda kafeler var. Oturup güzel bir manzara eşliğinde kahvenizi içebilirsiniz. 

 Karaağaç Bölgesi

 Bir dost

 Lozan Anıtı



 Milli Mücadele Müzesi



 Öğretim Üyelerinin ofisleri


Edirne'de ne yapılır?
Selimiye Cami
Üç Şerefeli Cami
Eski Cami
II. Bayezid Külliyesi
Karaağaç
Meriç Nehri
Kent Ormanı